Osteoporoz Kliniği
2005 yılından beri Anadolu Sağlık Merkezi’nde fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzmanı olarak görevini sürdürüyor.
Osteoporoz, vücudumuzdaki kemiklerin sertliklerinin azalıp, kalitelerinin bozulması sonucunda daha zayıf ve kırılabilir hale gelmeleriyle ortaya çıkan ve tüm iskeletimizi etkileyen sistemik bir hastalıktır. Osteoporoz, ortalama yaşam süresinin uzaması ve yaşlı nüfusun artmasıyla, günümüzde en sık görülen hastalıklardan biri haline geldi. Yapılan çalışmalar; 50 yaş üzerindeki her 3 kadından 1`inin ve her 5 erkekten 1`inin, hayatının bir döneminde kırık yaşayacağını gösterirken, uzmanlar en iyi tedavinin korunma olduğunun altını çiziyor.
Osteoporozun en önemli belirtisi kırıklardır. Halk arasında osteoporozla ilgili yanlış bilinen şey, osteoporozun ağrıya neden olabileceğidir. Kırık olmadığı sürece osteoporoza bağlı ağrı oldukça nadir görülür. Omurga üzerinde ortaya çıkan kırık sonucu; boy kısalır, duruş bozukluğu ve kamburluk ortaya çıkar. Kamburlaşma sonucunda kemikler, karın boşluğu ve göğse baskı yapar. Buradaki organlar olumsuz etkilenirken hastanın vücut imajı bozulur. Bu da psikolojik sorunların ortaya çıkmasına, osteoporoz hastasının toplumdan uzaklaşmasına neden olur.
Osteoporoz, daha çok kadınların maruz kaldığı bir hastalık olarak bilinse de, erkekleri de etkileyen önemli bir sağlık problemidir. Osteoporozun bilinen en önemli risk faktörü ise yaşlanma. İçinde bulunduğumuz yüzyılda hastalıkların tanı ve tedavisinde yaşanan olumlu gelişmeler, insanların ortalama yaşam sürelerini uzatsa da, yaşla birlikte artan pek çok hastalık gibi osteoporozu da sağlık gündeminin ilk sıralarına oturtuyor. Çünkü, tüm dünyada yaşlı nüfusun artmasıyla birlikte osteoporoz ve osteoporoza bağlı kırıkların görülme sıklığında da önemli bir artış yaşanıyor. Günümüzde kalça kırıklarından ölüm, kalp ve kanser hastalıklarına bağlı ölümlerden sonra üçüncü sırayı alıyor.
Yapılan çalışmalar; 50 yaş üzerindeki her üç kadından birinin ve her beş erkekten birinin, hayatının bir döneminde kırık yaşayacağını gösterirken, uzmanlar en iyi tedavinin “korunma” olduğunun altını çiziyor. Uzmanlar, 65 yaşın üstündeki tüm kadınların osteoporoz taramasında geçmesi gerektiğini, genellikle 45-50 yaş arası kemik yoğunluk ölçümü yaptırmak tavsiye ediliyor. Ayrıca, 65 yaşının altında olmasına rağmen ilave osteoporoz risk faktörlerine sahip veya yakın zamanda kemik kırığı yaşamış postmenopozal kadınların da tarama yaptırması gerekiyor.
Öte yandan erkeklerde osteoporoz taramasının ne zaman yapılacağını bildiren herhangi resmi bir bilgi bulunmuyor. Uzmanlar, bazı yaşlı erkeklerde rutin osteoporoz taraması yapılmasını öneriyor. Journal of the American Medical Association (Amerikan Tıp Birliği Dergisi) yayımlanan yeni bir çalışmaya göre osteoporozun rutin test ve tedavisi, belirli yaşlı erkekler için de gerekli. Konuyla ilgili yapılan araştırmada, en yüksek osteoporoz riskine sahip erkek grubu olan 65 yaşının üzerindeki erkeklerde kalça kırığı riskini tahmin etmek için bir bilgisayar programı kullanıldı. Araştırmada, bu erkeklerde osteoporoz kırığıyla birliktelik gösteren düşük verimlilik gibi dolaylı ve doğrudan tıbbi maliyetler de hesaplandı. Araştırma sonucunda, erken dönemde kırık olması halinde 65 yaş üzerindeki erkeklerde rutin kemik mineral yoğunluğu testinin yapılmasının ve kırık hikâyesi göz önüne alınmaksızın, 80 yaşının üzerindeki erkeklerin rutin teste alınmasının gerekli olduğunu belirlendi.
Kemikler aslında yapım ve yıkım faaliyetleriyle sürekli yenilenen canlı dokular. Bu yapım ve yıkım süreci, kadınlarda 30 yaşına kadar dengeli bir şekilde devam ederken, bu yaştan itibaren denge, yıkımın lehine değişiyor. Doruk kemik kütlesinin oluştuğu 30 yaşından sonra kadınlarda, yıllık yüzde 0.5`lik bir oranda geri dönüşümsüz kemik kaybı başlıyor. Bu kayıp, özellikle menopozdan itibaren daha da hızlanıyor ve kaybedilen kemik dokusu miktarı, kadının ileride kemik kırığıyla karşılaşıp karşılaşmayacağını belirleyen en önemli etkenlerden birini oluşturuyor.
Osteoporoz en fazla, vücudun yükünü taşıyan omurları etkiliyor. Tüm osteoporoz olgularının yüzde 47`si omurlarda, yüzde 20`si kalçada, yüzde 13`ü bileklerde ve yüzde 20`si diğer kemiklerde görülüyor. Omurlardaki çökme kırıklarına bağlı olarak, özellikle ileri yaşlarda boyda kısalma oluşabiliyor. Başta kalçada olmak üzere diğer kemiklerde de, hafif düşmeler sonucunda veya kendiliğinden, ölümcül olabilen kırıklar oluşabiliyor.
Osteoporozun en önemli sonucu kırık ve buna bağlı olarak gelişen sakatlıklardır. Özellikle 50 yaşın üzerinde kalça, omur ve el bileği kırılma riski, kadınlarda yüzde 40, erkeklerde ise yüzde 13 olarak kabul ediliyor. Bu istatistiksel veriler, her 50 yaşın üzerindeki 10 hastadan 4’ünün kalça, omur ya da el bileği kırığı ile karşılaşma riskine sahip olduğunu ortaya koyuyor. Kırığın maliyetlerini ve sosyal yönüne bakıldığında ise ortaya büyük problemler çıkıyor. Bugün ABD`de yılda 1.5 milyon kırık meydana geliyor. Bunun 300 binini kalça, 700 binini omur, 250 binini el bileği, 300 binini ise diğer kırıklar oluşturuyor. Kalça kırığına maruz kalan hastaların yüzde 20`si, ne yazık ki ilk 1 yıl içerisinde kaybedilirken, yüzde 30`dan fazlası sakat kalıyor. 1990`lı yılların başında 1.7 milyon olan kalça kırığı sayısının, 2050 yılında 6.5 milyona çıkacağı tahmin ediliyor.
Risk faktörleri, majör ve minör olmak üzere iki başlık altında toplanıyor. Majör risk faktörleri arasında en çok düşük kemik yoğunluğu görülüyor. Bu nedenle menopoz yaşı olarak kabul edilen 45-50 yaşlarında mutlaka bir kez kemik yoğunluğu ölçümü yaptırılması gerekiyor. Risk faktörleri değerlendirildikten sonra bu ölçümlerin ne sıklıkta tekrarlanacağının doktor tarafından belirlenmesi gerekiyor.
Bir diğer risk faktörü de yaştır. Kemik yoğunluğu aynı olan biri 50, diğeri 80 yaşındaki iki hastanın kırığa maruz kalma riski birbirinden çok farklıdır. Çünkü yaşla birlikte kemik kalitesi de bozulur. Kalitenin bozulması, yoğunluk ne olursa olsun kırık riskini artırmaktadır. Geçmişteki bilgilerin aksine, kırık riskini değerlendirirken artık sadece kemik yoğunluğuna değil, kemiğin mikromimari yapısı ve kalitesine de bakılabiliyor.
Daha önce geçirilmiş olan kırıklar, kırık riskini artırmaktadır. Eğer hastanın geçmişinde bir omur kırığı varsa, 1 yıl içinde yeni bir omur kırığı oluşma riskinin 5 kat, kalça kırığı riskinin ise 3 yıl içinde 2 kat arttığını söylemek mümkün. Anne, kız kardeş ya da teyzelerde geçirilmiş bir kırık hikayesi varsa, yeni bir kırık geçirme riski 1 yıl içinde 1.5 ile 2 kat arasında artıyor.
Osteoporozun minör risk faktörlerinin başında ise cinsiyet yer alıyor. Çünkü her 5 kırıktan 4`ü kadınlarda görülüyor. Beyazların kırık riski ise Afrikalı kadınlara oranla çok daha yüksek. Günümüzde genetik özelliklerin de kemik yapısını yüzde 70 ile 80 oranında etkilediği düşünülüyor. Aşırı alkol ve kafein tüketimi, kortikosteroid adı verilen ilaç grubunun ve tiroid tedavisinde kullanılan ilaçların uzun süreli kullanımı da osteoporoz riskini artıran nedenlerden. Östrojen hormonunun eksikliği de osteoporozun gelişimini tetikliyor.
Erken menopoz ya da cerrahi girişim sonucu meydana gelen menopoz, kemiğin yapım ve yapım dengesini yapım aleyhine bozuyor. Bu nedenle 38 yaş ve öncesinde herhangi bir nedenle menopoza girmiş olan kadınların, osteoporoz açısından yakından incelenmesi önemli. Ayrıca tiroid bezi, ağır karaciğer ve böbrek hastalıkları, bazı romatizmal hastalıklar yine minör faktörler arasında yer almaktadır.
Osteoporozun tanısındaki ve tedavinin takibindeki altın standart, kemik mineral yoğunluğu ölçümüdür. Bunun yanı sıra kırık olup olmadığını anlamak için hastaların sırt ve bel filmleri rutin olarak istenmektedir. Ayrıca osteoporoza neden olabilecek diğer hastalıkların varlığını sorgulamak açısından kan ve idrar tahlilleri de önemlidir.
Osteoporozun tedavisinde geçmiş yıllarda akıllara ilk olarak hormon tedavisi gelirdi. Ancak son yıllarda bu tedavi yöntemi pek önerilmiyor. Hormon tedavisinin sadece terleme, ateş basması, uykusuzluk, sinirlilik gibi menopozun diğer etkilerinin yoğun olarak yaşandığı zaman kullanılması gerekiyor. Onun dışında sadece osteoporoz tedavisinde hormonun yeri yok. Osteoporoz tedavisinde amaç; kırıkların önlenmesi, kemik mineral yoğunluğunun korunması ve hatta artırılması, kırığa ve duruş bozukluğuna bağlı şikayetlerle mücadele ve günlük aktivitelerin maksimuma çıkarılarak yaşam kalitesinin artırılması olmalı. Onun yerine bifosfonatlar, stronsiyum gibi elementler, selektif östrojen reseptör modülatörleri yani SERM`ler, kalsitonin, parathormon, bitkisel kaynaklı östrojen ihtiva eden ilaçlar tercih ediliyor. Tedavide mutlaka kemiğin yapı taşı olan kalsiyumun ve kalsiyumun emilimini artırmak için D vitamininin yer alması gerekiyor.
Yaşla beraber; Duruşun bozulması (omurga eğrilikleri), kuvvet azlığı (kalça ve diz çevresindeki kasların zayıflığı), yürüme bozukluğu (küçük ve sık adımlarla yürüme), reflekslerin zayıflaması (umulmayan bir engele takılmayla gösterilen reaksiyonun yetersizliği), uzanma, eğilme, oturma, kalkma gibi aktiviteler sıklıkla düşmeye neden olmaktadır.
Her biri alanında uzman, dünya standartlarında hizmet veren bölüm doktorlarımızla tanışın.
Hastanemizde aldığınız hizmetin kalitesini daha da yükseltmek için görüşlerinize, önerilerinize ve eleştirilerinize kulak veriyoruz.
Bölümde tedavisi sunulan hastalıklar hakkında detaylı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.
Toplumda en sık görülen metabolik kemik hastalığı olan osteoporoz yaşam süresini kısaltması nedeniyle önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. Genellikle 45 yaş sonrası kadınlarda meydana gelen hastalık 50-60 yaş arası kadınlarda %50-55, 60-70 yaş arası %70-80 ve 70 yaş üzerinde ise %85-90 oranında görülür. 50 yaş üstü erkeklerde osteoporoz görülme oranı %13’tür. Kadın anatomik yapısındaki kemik yoğunluğunun erkeklere göre daha az olması kadınlarda osteoporoz görülme riskini artırır.
Devamını oku... Tüm Sağlık YazılarıApple Store ve Google Play Store’dan indireceğiniz Anadolu Sağlık Online Servisler uygulamasıyla işlemlerinizi çok daha hızlı yapabileceksiniz.
Uygulamamızı şimdi indirirseniz anında dilediğiniz doktordan online randevu alabilir, test ve görüntüleme sonuçlarınıza kolayca ulaşabilir ve geçmiş doktor ziyaretlerinizi görüntüleyebilirsiniz.
Öncelikle Anadolu Sağlık Merkezi olarak birinci önceliğimizin hasta/hasta yakınlarımızın ve çalışanlarımızın sağlığı olduğunu belirtmek isteriz. Bu doğrultuda, dünyadan sonra Türkiye’de de Coronavirus (COVID–19) vakası görülmesinin ardından hastalarımızı ve refakatçilerimizi korumak ve güvenliklerini en üst seviyede tutmak amacıyla hastane yönetiminin aldığı önlemler çerçevesinde hasta ziyaretlerine bir süreliğine izin verilmeyeceğini paylaşmak isteriz.
Hastanemizde yatan hastalarımıza yalnızca bir refakatçinin eşlik etmesini önemle rica ederiz.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.