Çağatay Öktenli
2010 yılından bu yana Anadolu Sağlık Merkezi’nde iç hastalıkları uzmanı olarak görevini sürdürüyor.
Uzmanlık
- İç hastalıkları
- Geriatri
- Check-up
Eğitim
Üniversite
- GATA Tıp Fakültesi, Ankara 1989
Uzmanlık eğitimi
- GATA İç Hastalıkları Kliniği, İç Hastalıkları Uzmanlık Eğitimi, Ankara 1996
- T.C. Sağlık Bakanlığı, Geriatri Yan Dal Uzmanlığı, 2010
Çalıştığı Kurumlar
- Anadolu Sağlık Merkezi
Basın & Haberler
İlgi Alanları
Vücutta doğal olarak oluşan bir atık olan Ürik asit, pürin adı verilen maddelerin parçalanması sonucunda ortaya çıkar. Pürinler, vücutta bulunan hücrelerde ve bazı gıdalarda yer alır. Normal şartlarda, ürik asit kan yoluyla böbreklere taşındıktan sonra idrarla vücuttan atılır. Ancak ürik asit seviyeleri, böbreklerin yeterince ürik asit atamaması veya vücutta aşırı miktarda pürin bulunması durumunda artabilir ya da azalabilir. Ürik asit seviyesinin optimal aralığı, sağlıklı bir metabolizmanın göstergesidir. Bu aralığın dışında kalan değerler çeşitli sağlık sorunlarına işaret edebilir. Hem yüksek hem de düşük ürik asit seviyeleri altta yatan ciddi sağlık problemlerinin bir belirtisi olabilir. Bu durumlar genellikle metabolizma, böbrek fonksiyonları ve diyetle yakından ilişkilidir.
Trombosit, kanda pıhtı oluşturan ve kanamayı durduran veya engelleyen küçük, renksiz hücre parçalarıdır. Kemiklerin içindeki süngerimsi doku olan kemik iliğinde üretilir. Kemik iliği, kırmızı kan hücrelerine, beyaz kan hücrelerine ve trombositlere dönüşen kök hücreleri içerir. Trombosit kanamayı kontrol eder. Bu nedenle organ nakli gibi ameliyatlardan sağ çıkmak ve kanser, kronik hastalıklar ve travmatik yaralanmalarla savaşmak için önemlidir. Trombosit sayımı da kandaki trombosit sayısını ölçen bir testtir. Çok az trombosit; kanser, enfeksiyon veya diğer sağlık sorunlarının bir işareti olabilir. Çok fazla trombosit, kan pıhtısı veya felç riski altına sokar. Tek bir kan damlasında on binlerce trombosit vardır.
Dahiliye, yetişkinleri etkileyen karmaşık hastalıkların tanı ve tedavisini kapsayan, sağlığı ve refahı korumak için koruyucu prensipleri uygulayan bir tıbbi uzmanlık dalıdır. İç hastalıkları uzmanı doktorlar, yetişkinleri etkileyen çok çeşitli rahatsızlıkları önleme, teşhis ve tedavi etme konusunda uzmanlaşmıştır. Sağlıklı yaşamı teşvik etme, hastalık önleme, akut ve kronik sorunların bakımı konusunda uzmandırlar.
Karın sağ alt bölgesinde yer alan apendiks adı verilen küçük, ince bir tüpün iltihaplanması sonucu ortaya çıkan ciddi bir sağlık sorunudur. Bu durum genellikle ani ve şiddetli karın ağrısı ile kendini gösterir. Zamanında müdahale edilmezse hayati tehlikeye yol açabilir. Apandisit belirtileri, her hastada farklılık gösterebilir. Bazen hafif başlangıçlı semptomlar, daha sonra ciddi bir sağlık sorununun habercisi olabilir. Bu nedenle, apandisit belirtilerini tanımak ve erken dönemde tıbbi yardım almak büyük önem taşır.
Vücut hücrelerinde bulunan ve enerji üretimi için gerekli olan bir enzim olan LDH (Laktat Dehidrogenaz ), hücrelerdeki glikozun enerjiye dönüştürülmesinde rol oynar. Bu süreçte laktat ve piruvat gibi maddelerin dönüşümünü sağlar. LDH enzimi, birçok doku ve organda; özellikle kalp, karaciğer, kaslar, böbrekler ve kan hücrelerinde yoğun olarak bulunur. Bu enzimin vücuttaki seviyeleri, çeşitli sağlık durumlarının teşhisinde önemli bir belirteç olabilir. LDH seviyelerinin ölçülmesi, vücuttaki hasar veya hastalıkların tespitinde kritik bir rol oynar. Bu nedenle, LDH testi, doktorlar tarafından sıkça istenen ve sağlık durumunun değerlendirilmesinde kullanılan önemli bir kan testidir.
EGFR (Estimated Glomerular Filtration Rate) testi, böbrek fonksiyonlarını değerlendirmek için kullanılır. Böbreklerimizin ne kadar iyi çalıştığını gösteren bu test, glomerüler filtrasyon hızının tahmini bir ölçümüdür. Kronik böbrek hastalığı gibi durumların erken teşhisinde kritik bir rol oynar. EGFR değerleri, böbreklerin ne kadar verimli çalıştığını belirlemeye yardımcı olurken, yüksek veya düşük EGFR seviyeleri farklı sağlık sorunlarına işaret edebilir.
Vücutta bir dizi sağlık sorununa yol açabilen D vitamini eksikliği belirtileri, genellikle fark edilmeyebilir. Ancak uzun vadede bu eksiklik, ciddi hastalıklara neden olabilir. D vitamini eksikliğinde görülen hastalıklar arasında osteoporoz, raşitizm, kalp hastalıkları ve bağışıklık sistemi problemleri öne çıkar. Özellikle çocuklarda kemik deformiteleri ve büyüme geriliği gibi sorunlar görülebilir. Bunlarla birlikte ileri yaşlarda kemik kırılganlığı artma riski oluşur. Aynı zamanda kas güçsüzlüğü gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Bağışıklık sistemi üzerinde de olumsuz etkiler yaratan D vitamini eksikliği enfeksiyonlara karşı direncin azalmasına neden olabilir.
Kan, vücudun bağışıklık sisteminin bir parçası olarak vücudun enfeksiyonla savaşmasına yardımcı olan belirli bir beyaz kan hücresi sayımı (WBC, lökositler veya lökositler) içerir. Beyaz kan hücresi (WBC) sayımı, bir kişinin kan örneğindeki beyaz kan hücrelerinin miktarını ölçer. Vücuttaki beyaz kan hücrelerinin sayısı bireyler arasında veya yaşamın farklı yaşlarında farklılık gösterir. Sağlıklı bir yetişkinde normal beyaz kan hücresi sayısı, mikrolitre (μl veya mcL) veya milimetreküp (mm3) kan başına 4.000 ila 11.000 WBC arasındadır; ancak bu, erkekler ve kadınlar arasında farklılık gösterebilir ve sağlıklı çocuklar ve gençlerde genellikle daha fazla beyaz kan hücresi bulunur. Lökositoz olarak tanımlanan lökosit yüksekliği, enfeksiyonlar, iltihaplanma, yaralanma ve bağışıklık sistemi bozuklukları dahil olmak üzere bir dizi durumun göstergesi olabilir. Lökositozu kontrol etmek için genellikle tam kan sayımı (CBC) yapılır. Altta yatan durumun tedavisi genellikle beyaz kan hücresi sayısını azaltır.
Eritrositler bir diğer adıyla kırmızı kan hücreleri (RBC), gazların ve besinlerin insan vücudunda taşınmasından sorumlu olan kanın fonksiyonel bileşenidir. Şekli ve bileşimi, bu özel hücrelerin temel işlevlerini yerine getirmesine olanak tanır. Eritrositin rolü, çeşitli vücut sistemlerinde birçok hastalık sürecinin araştırılmasında kritik öneme sahiptir. Normalden yüksek veya düşük bir eritrosit sayısı genellikle bir hastalığın ilk belirtisidir.
Lenfödem, lenf sistemindeki tıkanıklık veya hasar sonucu vücutta sıvı birikmesine yol açan bir durumdur. Bu kronik ve ilerleyici durum, genellikle kollar veya bacaklarda meydana gelir ve yaşam kalitesini olumsuz etkiler. Ancak doğru tanı ve uygun tedavi ile semptomlar yönetilebilir hatta kontrol altına alınabilir. Lenf sistemi, vücuttaki atık maddeleri fazla sıvıyı ve mikropları temizlemek için önemlidir. ancak lenf sistemindeki herhangi bir tıkanıklık veya hasar lenf sıvısının dolaşımını engeller ve lenfödem rahatsızlığına sebep olur. Lenfödem doğuştan gelen ya da başka bir durum sonucu yaşanabilir. Özellikle kanser tedavisi cerrahi müdahaleler enfeksiyonlar veya travma gibi faktörler bu rahatsızlığa sebep olabilir. Lenfödem, yaşam boyu devam edebilen bir durumdur ancak doğru yaklaşımda semptomları kontrol altına almak mümkündür. Erken tanı ve uygun tedavi ile lenfödemli bireyler yaşam kalitesini arttırır ve olası komplikasyonları önler.
Kusma mide içeriğinin istemsizce dışarı çıkarılmasına neden olan bir sindirim sistemi rahatsızlığıdır. Genellikle meydana gelmeden önce mide bulantısı hissedilir. Birçok patolojik durumun bir belirtisi olarak meydana gelebilir. Enfeksiyon, kafa travmaları, kanser tedavileri, bazı ilaçlar, zehirlenmeler, tıbbi müdahaleler ve hastalıklar sonucunda kusma görülebilir. Kustuktan sonra vücuttan aşırı su ve elektrolit kaybı söz konusu olmasından dolayı yeterli hidrasyon sağlanmalıdır. Mide bulantısı hissedildiğinde kusmayı önlemek için bazı yöntemlere başvurulabilir. Bununla beraber kustuktan sonra ise vücuttaki kayıpları ve hasarları telafi etmek için de bazı uygulamalara yapılabilir. Özellikle vücutta yarattığı etkileri en aza indirmek için birkaç yöntem uygulanmalıdır. Bunlardan en önemlisi vücuttan aşırı sıvı kaybedilmesinden dolayı kustuktan sonra tolere edebilecek düzeyde su tüketmek önemlidir. Kusma sık sık ve sürekli olarak yaşanıyorsa mutlaka uzman bir sağlık hekime başvurulmalıdır.
Kansızlık kanda yetersiz kırmızı kan hücre seviyesinden kaynaklanan bir kan hastalığıdır. Kansızlık anemi olarak da adlandırılmaktadır. Kırmızı kan hücre ve hemoglobini etkileyen kansızlık birden fazla faktöre bağlı oluşabilir. Anemi geliştiğinde kişi nefes darlığı, yorgunluk, halsizlik, soluk cilt, soğuk el ve ayaklar belirtilerini yaşayabilir. Kansızlık genellikle beslenme yetersizliğinden kaynaklı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle doktor sıklıkla vitamin takviyeleri reçete eder ve beslenme önerileri verir. Özellikle beslenme önerileri demir, folat, B12 ve C vitaminlerinden zengin besinlerin tükenmesine dayanır. Kansızlık riski altında olduğunuzu düşünüyorsanız doktora başvurmalısınız.
Halsizlik şikayeti, yorgunluk ve bitkinlik şeklinde de ifade edilebilir. Sağlıklı tüm insanlar ağır işler yaptıkları, yeterli beslenemedikleri zamanlarda halsizlik sorunu yaşayabilirler. Bu durum genellikle geçicidir, kişi zamanla eski sağlığına kavuşur. Bu şikayetler bazı durumlarda kronik, otoimmün hastalıkların semptomu olarak ortaya çıkabilir. Uzun süren halsizlik farklı bir hastalığın habercisi olabileceğinden görmezden gelmeyip bir doktora muayene olmak erken tanı sağlayabilir. Obezite ve fazla kilo kişinin hareketlerini kısıtlayarak zamanla halsizlik sorunu yaşamasına neden olabilir. Bunun yanında normalin altında kiloya sahip kişiler beslenme yetersizliğinden dolayı yorgunluk sorunu yaşabilirler. Vitamin ve mineral ihtiyacını karşılayan uygun bir beslenme düzeni, kişinin yaşına ve sağlığına uygun bir spor düzeni, halsizlik sorunlarının ortadan kaldırılması için yardımcı olabilir. Tahıllar, taze meyve, protein kaynakları ve sağlıklı yağların tüketimine dikkat edilmesi enerjik hissetmeye fayda sağlayabilir. Uyku düzeninde yapılacak değişiklikler, aşırı yağlı ve şekerli gıdaların tüketiminin kısıtlanması, daha enerjik bir gün geçirmeyi sağlayabilir. Gün içerisinde tüketilen su miktarının vücudun ihtiyaç duyduğu seviyelerde olmasına dikkat edilmeli, mümkünse mineral takviyeli sular tercih edilmelidir. Stres, bunalım gibi sıkıntıları olan kişiler halsizlik sorunları yaşayabilirler. Bu tarz sorunlar için psikolojik destek almak zamanla etkileri hafifletmeye yardımcı olabilir.
Raynaud sendromu, kan damarlarının kasılmasına bağlı olarak ekstremitelerde meydana gelen ataklar şeklinde gelişir ve kan akışının kesilmesi ile karakterize bir durumdur. Genel olarak tedavi amacıyla kan damarlarına genişletici ilaçlara başvurulan Raynaud sendromunda el veya ayak parmağı, kulak ve burun gibi yapıların kan akışının kesintiye uğradığı görülebilir. Ataklar şeklinde gelen bu durum vazospazm olarak tanımlanır. Raynaud sendromu kendi içerisinde primer (birincil) ve sekonder (ikincil) olmak üzere iki grupta incelenen bir rahatsızlıktır. Primer Raynaud sendromunda bu durumun meydana gelmesine neden olan herhangi bir altta yatan rahatsızlık yokken sekonder formunda ise artrit, buz yanığı veya çeşitli otoimmün hastalıklar nedeniyle ataklar gelişir. Raynaud sendromu hakkında merak ettiğiniz diğer konular için yazının devamını takip edebilirsiniz.
Kedi alerjisi kedinin tükürüğüne, tüylerine, deri atıklarına veya idrarına karşı aşırı hassasiyet geliştirme durumudur. Alerjik reaksiyonlara sebep olan bu maddeler alerjen olarak tanımlanır. Kedi alerjisi hapşırık, burun akıntısı gibi hafif solunum yolu rahatsızlıklarından ciddi alerjik reaksiyonların görüldüğü anafilaksiye kadar yol açabilir. Kedi alerjisi durumunda semptomlarının kontrol altına alınması ve uygun tedavi planı için bir doktora başvurulması gerekir.
Gece terlemesi yaşayan bireyler uyandıklarında çarşafın veya pijamalarının su içinde kaldığına şahit olabilir. Çeşitli yönemlerle uyku ortamının düzenlenmesi bu problemin giderilmesi adına atılabilecek ilk adımdır. Herhangi bir hastalığa bağlı olarak ortaya çıkan gece terlemelerinde ise sağlık kuruluşlarına başvurulması ve altta yatan rahatsızlığın tespiti ve ona uygun tedavi seçenekleri düşünülmesi gerekir. Uyku hiperhidrozu olarak ifade edilen bu durum genellikle kontrol altına alınabilen hastalıklara bağlı olarak meydana gelse de bazen yaşamı tehdit edici rahatsızlıkların bir belirtisi olarak da oluşabileceği için bilgi sahibi olmakta fayda vardır. Gece terlemesi hakkında merak ettiğiniz diğer konular için yazının devamını takip edebilirsiniz.
Yaş ilerledikçe kas erimesinin görülme sıklığının giderek arttığını belirten Anadolu Sağlık Merkezi İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Çağatay Öktenli, 80 yaşın üzerindeki her 10 kişiden 4’ünün bu sorunla karşı karşıya kaldığına dikkat çekti.
Sivrisinekler küçük, kısa ömürlü, ince ve uzun bacaklarıyla kolayca tanınan, kanatlı böcek grubuna dahil narin hayvanlardır. Genellikle yaz geceleri hayatımıza dahil olan sivrisinekler, ısırdıktan sonra deride bırakmış oldukları kaşıntılı tümsekler ile bilinir. Belirgin olarak görülen kaşıntılı tümsekler, sivrisineklerin kan emmek için kullandıkları bir kimyasal sonucunda gelişen alerjik tepkilerdir. Kan emme yöntemiyle beslenen sinekler genellikle dişi sivrisinekler olarak bilinir. Dişi sivrisinekler, üremelerini gerçekleştirmek için insan veya hayvan kanında bulunan proteine ihtiyaç duyar. Erkek sivrisinekler ise daha çok çiçek ve bitki öz suları ile beslenir. Sivrisinek ısırığı ortalama yirmi dört saat içinde geçer ve ciddi problemler yaratmaz. Fakat alerjik reaksiyonlar açısından takip edilmesi gerekir. Ayrıca endemik bölgelerde sıtma, batı nil virüsü, denk hastalığı, fil hastalığı, sarı humma, zika virüsü gibi ciddi hastalıklar görülebilir.
İnsanda sindirim sistemi, sindirim kanalında yer alan organlar ve yardımcı sindirim organları olmak üzere iki bölümden oluşur. Sindirim kanalı olarak adlandırılan ağız, yemek borusu, mide, ince bağırsak, kalın bağırsak ve anüs, sindirim işlevinin büyük bölümünden sorumlu olan önemli yapılardır. Besinlerin mekanik ve kimyasal olarak sindirilmesi, sindirilen besinlerin ince bağırsaklardan emilmesi, hücreler için gerekli kalorinin elde edilmesi ve atık maddelerin dışkılama şeklinde boşaltılması için hem sindirim kanalı organlarının hem de karaciğer, pankreas ve safra kesesi gibi sindirime yardımcı yapıların bir arada ve doğru şekilde çalışması gerekir.
Mide ağrısı hem çocuklarda hem de yetişkinlerde sık görülen bir durumdur. Mide ağrısının çok sayıda farklı sebebi olabilir. Mide ağrısı neden olur? Mide ağrısına ne iyi gelir? Tüm bu soruların cevabını yazının devamında bulabilirsiniz.
Kreatinin, kas metabolizması sırasında üretilen ve böbrekler yoluyla atılan bir atık üründür. Vücutta kreatin adlı bir maddenin parçalanması sonucu oluşup kan dolaşımına karışır. Kreatinin seviyesi, böbrek fonksiyonlarının bir göstergesi olarak kullanılır. Kandaki ya da idrardaki kreatinin seviyelerinin normalden sapması, böbrek sağlığı hakkında önemli bilgiler verebilir. Kreatinin düzeylerinin yüksek olması genellikle böbrek fonksiyonlarında bir bozulmaya işaret eder. Düşük seviyeler ise kas kütlesi veya diğer metabolik durumlarla ilgili olabilir.
Kortizon, insan vücudunda doğal olarak sentezlenen hormon yapılı bir maddedir. Eksikliğine bağlı görülen hastalıklar olabilir. Kortizonun yeterli miktarda vücutta sentezlenemediği hastalar olabilir. Kortizonun tamamen sentezlenmemesi ise sağlıklı bir vücutta mümkün olmaz. Bu hastalar için son yıllarda oldukça etkili çözümler sunan kortizon replasman tedavisi uygulanır. Çünkü bağışıklık sistemi ve vücudun kendini onarması için kortizonun etkisi tartışılmaz derecede önemlidir. Üretilmemesi halinde vücuda eksojen olarak, yani dışarıdan kortizon yapılı sentetik hormon verilmelidir. Kortizonun vücutta sentezlenemeyen, dışarıdan alınan sentetik formuna kortizol denir. Halk arasında kortizon ve kortizol için yanlış kullanımlar, kortizonun negatif etkisinin daha fazla olduğuna dair yanlış ve eksik algılar olabilir. Tabii ki kortizol tedavisi negatif etkilerinin yanında hastaya çok önemli tedavi imkanı verir. Her ilacın küçük de olsa yan etkisi olabilir. Kortizon tedavisindeki etkiler de doktor kontrolleri aksatılmadığı ve tedavi sonrasındaki önerilere uyulduğu sürece kontrol edebilir etkilerdir. Kortizon böbrek üstü bezinin korteks denen dış kısmında üretilen bir hormondur. Kolesterolü hammadde olarak kullanan bir dizi biyokimyasal reaksiyon sonucu oluşan doğal yapılı hormonlardan biri de kortizondur. Böbrek üstünden 2 farklı yapıda hormon grubu üretilir. Bunlar glukokortikoidler ve mineralokortikoidlerdir. Glukokortikoid grubunda ise kortizon ve kortizol denen bu hormon yapılı ürünler vardır. Glukokortikoid olan kortizol ve kortizon vücudun protein, karbonhidrat mekanizmasını etkiler. Kortizon aslında kortizolun aktif olmayan formudur. Kortizon üretiminden sonra karaciğerde işlenerek kortizol olan aktif form elde edilir. Bu nedenle pek çok hastalığın tedavisinde aktif form olan kortizol vücuda verilir.
Kalsiyum, vücutta sentezlenemeyen, besin yoluyla alınması gereken önemli görevlere sahip temel bir mineraldir. Kalsiyum, büyüme, gelişme, sinir sistemi, dolaşım sistemi ve kemik sağlığı ile doğrudan ilgilidir. Bu nedenle kalsiyum eksikliği bazı ciddi semptomlara neden olabilir.
Diyafram, göğsü karın bölgesinden ayıran ve nefes almada önemli bir rol oynayan kastır. Bu kasta gerçekleşen bir spazm, ses tellerinin kısa süreliğine kapanmasına ve "hık" sesi çıkmasına neden olur. Hıçkırık, diyaframın kontrol edilemeyen tekrarlayan spazmları veya ani hareketleridir. Çok yemek yemek, alkollü veya gazlı içecekler içmek veya aniden heyecanlanmak hıçkırıklara neden olabilir. Çoğu insan için hıçkırık genellikle sadece birkaç dakika sürer ve kendiliğinden geçer.
Hepatit C Aşısı Hepatit C, HCV virüsünün enfeksiyona sebep olması sonucu ortaya çıkan bir tür karaciğer hastalığıdır. Hepatit C virüsü, karaciğerde kronik enfeksiyona sebep olabileceğinden vücutta kalıcı ve hayati etkiler bırakabilir. Dünyada milyonlarca, ülkemizde ise 1 milyona yakın birey Hepatit C hastasıdır. Günümüzde tedavisi mümkün olan bu hastalık, birçok kişide geç tanı konulması sebebiyle kronikleşir. Farklı hastalıklara sebebiyet vermeden teşhis edildiği takdirde tam bir iyileşme de sağlanabilir.
Gut hastalığı, eklemlerde ani ve şiddetli ağrı nöbetleri ile karakterize edilen bir sağlık sorunudur. Bu rahatsızlık vücutta biriken yüksek seviyelerde ürik asit nedenini ortaya çıkar ve genellikle ağrılı gut atağının belirtileri ile kendini gösterir. Ancak Gut hastalığını yönetmek ve semptomlarını azaltmak için belirli bir yaşam tarzı değişiklikleri ve beslenme alışkanlıkları benimsemek gerekebilir. Özellikle sağlıklı beslenme alışkanlıkları Gut hastalığı sürecinde kritik bir rol oynar. Purin içeriği düşük bir diyet uygulamak gut atağını tetikleyen yiyeceklerden kaçınmak ve meyve sebzeleri tercih etmek önem taşır. Ayrıca şekerli içeceklerden uzak durmak da Gut hastalığının semptomlarını azaltmaya yardımcı olabilir. Gut hastalığını önlemek ve yönetmek için yaşam tarzı değişikliklerinin ve sağlık profesyonelleriyle iş birliğinin önemi oldukça fazladır. Bu yaklaşım ile Gut hastalığının etkilerini en aza indirebilir ve yaşam kalitesini arttırabilirsiniz.
Glutatyon tedavisiyle vücudumuzun antioksidan kapasitesi arttırılarak hastalıklara karşı daha dirençli olmamız sağlanıyor.
Gıda zehirlenmeleri kısaca besinler aracılığıyla bulaşan, çoğunlukla mide ve bağırsak sistemlerini olumsuz etkileyen durumlar şeklinde tanımlanabilir. Kimyasal maddeler, doğal besin toksinleri, metaller, tarım ilaçları, plastikler, deterjanlar, parazit ve bakteri, küf, maya gibi mikroorganizmalar gıda zehirlenmelerine neden olabilen faktörlerdir. Gıda zehirlenmesi belirtileri kişiden kişiye farklılık gösterse dahi mide rahatsızlıkları, ishal ve kusma çoğunlukla ortak semptomlardır. Gıda zehirlenmelerini önlemek için hijyen koşullarına dikkat edilmelidir. Küflü yiyeceklerin atılması, mutfak malzemelerinin iyice temizlenmesi, meyve ve sebzelerin tüketilmeden önce yıkanması alınabilecek tedbirler arasında sayılabilir. Zehirlenen bireylere belirtilerin şiddetine ve zehirlenmeye neden olan etkenlere göre uygun tedaviler uygulanabilir. Tedaviler sıvı değişimi, probiyotik, antibiyotik ve antiparazit ilaç uygulamaları şeklinde sıralanabilir.
Herkesin bağırsakları yarı geçirgendir. Bağırsakların mukoza zarı, yiyeceklerdeki su ve besinleri kan dolaşımı ile emecek şekilde tasarlanmıştır. Ancak bazı kişilerde bağırsak geçirgenliği veya aşırı geçirgenliği değişkenlik gösterebilir. Geçirgen bağırsak sendromu, bağırsak bariyerinin bozulduğu ve bağırsaklardaki toksinlerin kan dolaşımına girmesine izin verdiği fikrine atfedilen bir dizi semptomdur. Şu anda tanınmış bir tıbbi tanı olmasa da, bağırsak geçirgenliğinin artmasının çeşitli semptomlara ve koşullara katkıda bulunduğu fikrinin, devam eden daha fazla araştırmayla bazı bilimsel kanıtları vardır. Belirtileri spesifik bir şekilde belli olmayan bu hastalığın teşhisi ve tedavisi için çeşitli yöntemler bulunur.
Karaciğer, vücudun en büyük organıdır ve vücudun metabolik fabrikası olarak kabul edilir. Karaciğer, karın boşluğu içinde sağ üst tarafta bulunur. Diyaframın altındadır ve birçok maddenin sentezlenmesinden sorumludur. Kronik karaciğer hastalıkları günümüzün önemli sağlık sorunlarından biridir. Kronik karaciğer hastalıklarının ilerleyen evresinde, karaciğer hücreleri zarar görür ve şişer (balonlaşır). Hastalığın ilerlemesi ile karaciğerde yara dokusu oluşur ve bu doku, fibrozis olarak tanımlanır.
Sıcaklık ve nem oranının arttığı yaz aylarında sıvı ihtiyacı diğer mevsimlere göre daha yüksektir. Vücut, hava sıcaklığına karşı ısısını dengede tutabilmek için daha hızlı nefes alıp verme, terleme ve idrar ile fazla ısısını dışarıya atar. İnsan vücudunun yaklaşık %65’i sudan meydana gelir. Erişkin bir insan günlük ortalama 2.5 litre sıvı kaybeder. Sıvı kaybının yanı sıra vücudun elektrolit dengesini düzenleyen sodyum, kalsiyum ve potasyum gibi mineraller de dışarı atılır. Normal şartlar altında vücut, sıvı elektrolit dengesini sağlamak için kaybettiği sıvı ve elektrolitleri besin ve su tüketimi ile karşılayabilir. Vücudun toplam sıvı miktarındaki azalmalar susuzluk hissi ile kendini gösterir. Sıvı miktarındaki azalmalar çoğalırsa ciddi sağlık problemleri yaşanabilir.
D vitamini eksikliği ülkemizde azımsanmayacak kadar yaygın görülen bir durumdur. D vitamini eksikliğine bağlı sorunların önüne geçmek için toplumun D vitamini konusunda bilinçli olması gerekir. Sağlıklı beslenmek ve yeterince güneş ışığı almak, D vitamini eksikliğini önlemede oldukça önemlidir.
Bağırsak yüzeyinde yer alan çeşitli dokuların kronik hasarı ile seyreden çölyak hastalığı hem çevresel hem de genetik faktörlerin neden olduğu bir bağışıklık sistemi hastalığıdır. Genetik olarak duyarlı kişilerin arpa, buğday, çavdar gibi bazı tahılları tüketmesi vücutta reaksiyona neden olur ve bu tahılların içerisinde yer alan gluten adlı protein bağışıklık sistemi tarafından tamamen toksik bir madde olarak kabul edilir. Başlangıçta bir sindirim sistemi hastalığı olarak ele alınan bu hastalık son yıllarda yapılan pek çok çalışma doğrultusunda ayrıntılı olarak incelenmiş ve nörolojik, ruhsal, hormonal, romatolojik ve kardiyolojik pek çok sistemi ciddi oranda etkilediği ortaya konmuştur. Çölyak hastalığı ile ilgili bilgi eksiklikleri hastalığın tanılanma sürecini geciktirir ve bu durum özellikle çocukluk döneminde büyüme ve gelişme geriliğine yol açabilir. Bu nedenle çölyak ve gluten intoleransı hakkında doğru bilgiye sahip olmak sağlıklı gelişim sürecini desteklemek adına son derece önemlidir.
Balgam, koruyucu bir astar görevi gören mukus tabakasıdır. Solunum yollarında bulunan mukus tabakası, bölgenin kurumasını ve tahriş olmasını engeller. Dışarıdan vücuda giren toz, polen gibi yabancı maddelere karşı koruyucu bir yapıdır. Mukus tabaka çeşitli sebeplerle renk ve yapı değiştirerek balgamı oluşturur. Genellikle iyi huylu olsa bazen farklı bir sağlık sorunu nedeniyle ortaya çıkar. Solunum yolları ve akciğer hastalıkları, tahriş ve enfeksiyon durumunda balgam artabilir. Bu nedenle balgam sağlık durumu hakkında ön bilgi verebilir. Bununla birlikte ev koşulları, iş ortamı, alışkanlıklar doğrudan veya dolaylı olarak balgam oluşumunu etkiler. Balgam oluşturmak, vücudun kendini temizleme biçimi olarak görülse de dikkatle takip edilmesinde fayda vardır. Rengi, yapısı ve alışkanlığında değişiklik görüldüğünde altta yatan neden araştırılmalıdır.
Bağışıklık sistemi, çevrede bulunan ve burun, bağırsaklar, solunum ve deri yoluyla vücuda giren yabancı ve zararlı maddelere karşı vücudu koruyan bir sistemdir. Bazı durumlarda bağışıklık sisteminin yabancı ve zararlı maddelere karşı reaksiyonları aşırı olabilir. Bu durum alerji olarak tanımlanır. Genetik yatkınlığın söz konusu olduğu alerjinin nedenleri tam olarak bilinmese de bazı alerjenler hastalığın oluşumunda önemli birer etkendir. Alerjenler, çevresel alerjenler (ev tozu akarları, küf mantarları, polenler, hayvan alerjenleri), böcek alerjenleri, besin alerjenleri, ilaç alerjenleri ve mesleki alerjenler olmak üzere beş ana grupta toplanır.
Ailesel Akdeniz ateşi (FMF), tekrarlayan ateşlere ve karın, göğüs ve eklemlerde ağrılı iltihaplanmalara neden olan genetik bir otoinflamatuar hastalıktır. Ailesel Akdeniz ateşi hastalığı (FMF), Musevi, Arap, Ermeni, Türk, Kuzey Afrika, Yunan ve İtalyan kökenli olanlar da dahil olmak üzere genellikle Akdeniz kökenli insanlarda görülen kalıtsal bir hastalıktır. Ancak herhangi bir etnik gruptaki insanları etkileyebilir. Semptomlar genellikle 5 ila 15 yaşları arasında başlar. Karın boşluğu, göğüs boşluğu, deri veya eklemlerin iç yüzeyindeki iltihaplanma, genellikle 12 ila 24 saat içinde zirveye çıkan yüksek ateşle birlikte ortaya çıkar. Ataklar semptomların şiddetine göre değişebilir. Ataklar arasında insanlar genellikle semptomsuzdur. FMF tanısı genellikle çocukluk döneminde konulur. Bu bozukluğun tedavisi olmasa da tedavi planı takip edilerek FMF'nin belirti ve semptomları hafifletilebilir, hatta önlenebilir.
Ağız içerisinde bulunan yumuşak dokularda veya diş etinin tabanında oluşan küçük, sığ lezyonlar aft olarak adlandırılır. Oluşan bu lezyonlar bazı durumlarda aşırı ağrıya, yemek yemekte ve konuşmakta güçlük yaşamaya neden olabilir. Aftlar dudak yüzeyinde oluşmaz ve kişiden kişiye bulaşma özelliği taşımaz. Bu yönüyle aft oluşumu uçuktan farklılık gösterir. Çoğu aft oluşumu bir veya iki hafta içerisinde kendiliğinden iyileşme gösterebilir. Zamanla büyümeye devam eden ve herhangi bir iyileşme göstermeyen aftlar ise sağlık açısından riskli durumlar olabilir. Bu tür aftların bir doktor tarafından değerlendirilmesi önemlidir.
Günümüzde hastalıkların çoğunun tespitinde ilk başvurulan değerlendirme kan testidir. Tam kan sayımı, CBC ya da hemogram testi, hastanelerde her gün çok sayıda hastaya uygulanır ve hem tanı hem takip için önemli bilgiler edinilir. Uzman hekimler tarafından kan testlerinin yorumlanması, hastanın öyküsü ile birlikte değerlendirilmesi ve diğer hastalıkların da göz önüne alınması ile hekimin uygulayacağı tedaviye ışık tutar. Hemogram testi sayesinde kandaki hücre gruplarının normal sayı aralığı ile hastanın hücre sayısı kıyaslanır. Bazı patolojik durumlarda ortaya çıkan hücreler ya da bu hücrelerin sayıca artışı ile hastalıklara tanı konulabilir. Hastada alınmış birkaç mililitre kan ile laboratuvar ortamında pek çok tedavi için yönlendirici bilgiler edinilebilir.
Hepatit B Yüzey Antikoru yani Anti HBs, vücudun Hepatit B virüsüne (HBV) karşı geliştirdiği bağışıklık yanıtını ölçen bir kan testidir. Hepatit B virüsü ile temas eden ya da aşı olan bir kişinin vücudu, bu virüse karşı antikorlar üretir. Bu antikorlar, virüse karşı bağışıklık kazandığınızı gösterir. Anti HBs testi, Hepatit B virüsüne karşı bağışıklığınız olup olmadığını tespit etmek amacıyla kullanılır. Yüksek Anti HBs seviyeleri, Hepatit B’ye karşı bağışıklık kazanıldığını gösterir. Düşük seviyeler ya da negatif sonuçlar ise bağışıklık geliştirmediğinizi veya hastalığa maruz kalmadığınızı işaret edebilir.
Hipotermi vücut sıcaklığının 35°C’nin altına düşmesi ile karakterize, acil tıbbi müdahale gerektiren bir durumdur. Hipotermi şiddetine göre değişkenlik göstermektedir. Vücut kendini erken aşamalarında korumaya yönelik tepkiler geliştirirken şiddeti arttıkça ölüm ve koma gelişme riski artmaktadır. Bu nedenle tıbbi müdahale yapılana kadar doğru ilk yardım yöntemleri uygulanmalıdır. İlk yardım aşamasında kişi soğuk, rüzgarlı ve ıslak koşullardan uzaklaştırılarak sıcak ve kuru bir alana getirilmelidir. Hipotermide ilk yardım ve tıbbi müdahale süreçlerinde 2 önemli amaç vardır. Bu hastanın daha fazla ısı kaybetmesini önlemek ve vücut sıcaklığını arttırmaktır.
Kan basıncı, kalp tarafından vücuda pompalanan kanın damarlarda oluşturduğu direnci ölçen bir göstergedir. Bu basıncın sistolik ve diyastolik olmak üzere iki farklı değeri bulunur. Büyük tansiyon olarak da bilinen sistolik basınç, kalbin kasılması sırasındaki kan basıncını ölçer. Küçük tansiyon olarak bilinen diyastolik basınç ise kalbin dinlenme sırasındaki kan basıncını ölçümünü ifade eder. Düşük tansiyon, kan basıncının olması gereken değer aralığından daha düşük olması ile karakterize olan bir sağlık sorunudur. Sağlıklı bireyler için kan basıncının ideal değeri 120/80 olarak ifade edilir. Burada bulunan 120 değeri sistolik basıncı gösterirken, 80 değeri de diyastolik kan basıncını ifade eden değerdir. Düşük tansiyon, kan basıncı değerinin 90/60’dan daha düşük olması ile karakterizedir. Düşük tansiyon, bazı durumlarda ciddi bir sağlık sorununu işaret ediyor olabilir. Özellikle yaşlı bireylerde oluşan düşük tansiyon kalp, beyin ve diğer hayati organlara yeterli kan akışını engelleyebilir. Bu da baş dönmesi, bayılma ve şok gibi belirtilere neden olabilir. Düşük tansiyonun nedenleri arasında dehidrasyon, hamilelik, kalp rahatsızlıkları, sinir sistemi hastalıkları ve bazı ilaçlar yer alabilir. Düşük tansiyonu önlemek ve tedavi etmek için yeterli miktarda su içmek, tuz alımını artırmak, daha yavaş ayağa kalkmak, ve kafeinden kaçınmak, düşük karbonhidratlı öğünler yemek, bacak kaslarını çalıştırmak ve kompresyon çorapları giymek gibi bazı yaşam tarzı değişiklikleri uygulanabilir. Bazı durumlarda doktor tarafından ilaç tedavisi de önerilebilir.
Öne Çıkan Kanser Yazıları
- Kolon (Bağırsak) Kanseri Nedir? Belirtileri Nelerdir?
- Meme Kanseri Belirtileri Nelerdir? Meme Kanseri Neden Olur?
- Akciğer Kanseri Belirtileri Nelerdir? Nedenleri ve Tedavisi
- Lösemi (Kan kanseri): Nedir, Belirtileri, Tanı ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?
- Prostat Kanseri Belirtileri Nelerdir? Evreleri ve Tedavisi
- Kemik Kanseri: Nedir, Çeşitleri, Belirtileri, Tanı ve Tedavi
- Karaciğer Kanseri
- Pankreas Kanseri Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?
- Mide Kanseri Belirtileri Nelerdir? Mide Kanseri Tedavisi
- Cilt (Deri) Kanseri Nedir? Cilt Kanseri Belirtileri Nelerdir?